Müslümanlara göre Kuran’ın Tanrı sözü olduğunu göstermek için Kuran’ın hiç değişmediğini ve bunun da Kuran'ın Tanrı sözü olduğunu iddia ederler.Peki gerçekte öyle mi?Eğer Kuran Tanrı'nın sözüyse Tanrı'nın korumuş olması gerekir.Kuran Tanrı tarafından korunmuş mudur yoksa insanlar tarafından yakılarak bu özelliğini yitirmiş midir?
Kuran'ın yazılmaya başlanması
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş bir kitap değildi.Peygamber vahyin muhafazası için büyük dikkat gösterirdi(1).Muhammed kendisine indiği söylenen ayetleri vahiy katipleri olan Abdullah b. Sa'd, Medine'de ise Übey ibni Kab'dır. Kur’an ayetleri kağıt, bez, deri parçaları, taş, tuğla, kürek kemikleri üzerine yazdırtıyordu(2).
Her Ramazan ayında(3) nazil olan vahiy pasajlarını baştan sona Cebrail'e okuyordu. Karışıklığı önlemek için de gelen vahyin nereye konulacağını belirtiyordu. Muhammed hayatta olduğu sürece vahiy devam ettiğinden, Kur’an metni, iki kap arasında mushaf haline getirilmemişti.
Diğer taraftan Kur’an metni birçok hafız tarafından ezberlenip devamlı surette okunuyor ve ashabın bir kısmının nezdinde yazılı nüshalar da bulunuyordu. El-Hakim (Ö 405-1014) Müstedrek’inde “Kur’an metninin biraraya getirilmesi üç defa yapılıp, birincisi Resulullah’ın huzurunda olmuştur.” demektedir, bu hükmüne esas teşkil eden şu hadisi, Zeyd İbn Sabit’den (Buhari ve Müslim’in rivayet şartlarını taşıyan bir senedle) nakleder.
Zeyd diyor ki: “Biz, Hz. Peygamber’in huzurunda Kur’an’ı birtakım parçalardan telif ediyorduk (topluyorduk).” Beyhaki bu hadis hakkında: “Kanaatimce bundan maksad, birkaç ayrı defada indirilen ayet gruplarını, Hz.Peygamber’in nezaretinde sureler halinde derlemektir.” demektedir.
Kuranın birinci derlenişi(4)
Buhari'nin yer verdiği bir hadise göre; "dinden dönüş" (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı.Yemame savaşında 633 sahabeden en az yetmiş Kur’an hafızı kurra (kariler) şehid olunca -ki Bu rakamı 700'e kadar çıkaranlar var. M. Hamidullah bu savaşa katılan 3000 hafızdan söz eder (5) bu olay Cem'e hızlılık kazandırdı.
Kuran'ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran'ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir'e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.
"Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?" diye düşünüyordu. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. Hafızası güçlü vahy katibi Zeyd ibnu Sabid’i çağırarak O’nun tereddüdlerini gidererek görevlendirdi.(6)Zeyd şöyle anlatır:
"Yemame Harbinde yetmiş kurranın şehadetinden sonra Ebu Bekr beni çağırttı, Ömer yanındaydı; dedi ki:
Ömer bana gelerek:
"Yemame günü şiddetli harp olup birçok kurra şehid oldu. Bir çok şavaş yerinde hafızların şehid edilmelerinden dolayı Kur’an’ın birçok ayetinin zayi olmasından korkarım, Kur’an’ın toplanmasını emretmeni uygun görürüm." dedi.
Ben de Rasullullah’ın yapmadığını yapmaktan çekindiğimi(7) söyledim. Ömer hayırlı olduğunu söyleyerek devamlı bana başvurdu. Allah benim de göğsümü Ömer gibi açtı. Sen akıllı bir gençsin, Resûlullah için vahy yazıyordun, Kur’an’ı araştır ve onu topla.’
Vallahi bana herhangi bir dağı yerinden kaldırıp başka bir yere nakletmeyi önerselerdi bu kadar ağır gelmezdi. Önce karşı geldim sonunda Allah Ebu Bekir ve Ömer'in akıllarını yatırdığı gibi benim de aklımı yatırdı. Kur'an'ı araştırmaya, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım."(8)
Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.
Derlenen nüsha Halife'nin yanında kaldı. Tek nüsha olan bu Mushaf önce Ebu Bekir’in, sonra da Ömer’in yanında idi. Ömer’in vefatından sonra da kurradan da olan Mü’minlerin Annesi Hafsa’ya geçti. (9)
Kuran ikinci kez derleniyor
Buhari'de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan'ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu'l-Yeman, Halife Osman'a geldi. Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, "Ey Mü'minlerin Emiri! Kalk! Müslümanlar, Kur’an’ın kıraatinde Hrıstiyanlarla Yahudilerin ihtilafları gibi ihtilaf etmeden önce bu işin çaresine bak." dedi."(10)
Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. "İş bitince sana geri gönderirim" dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman'a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit'e, Abdullah Ibn Züyebr'e, Sa'd Ibnu'l-As'a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman'a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa'dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular.
Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi:
"(Medine'li) olan Zeyd ile, Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir."(11)
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa'dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(12)
Buhari'nin kendisine anlatılan çabalardan ve "Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında" belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi. ileri sürüle gelen "aynen kopya edildiği" ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de "ağız (şive) farklarından dolayı" diye gerekçe gösterilir.
Ancak, Dr. Suphi e's-Salih, Mebahis Fi Ulumi'l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi'ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan "mushaf", istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı.
Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa'dan alıp getirilen "Mushaf" ile Osman döneminde meydana getirilen "nüshalar, mushaflar" arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir? Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece "bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma" olmadığını anlatır niteliktedir.
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç: Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran'ın Tanrısı "Kuşkusuz Zikr'ı (Kuran'ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz" (Hicr, ayet 9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan İbn Hakem, "sandıktan" aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan'ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor:
"Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler." (13)
Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) "Mushaf" arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran'dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu? Muhammed Döneminin Kuran'ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil: Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: İbn Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz, Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. 'Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum' desin yalnızca." (14)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran'la, Muhammed'in "vahiy katipleri"ne yazdırdığı bildirilen Kuran'ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, İbn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir.
Yani, Osman döneminde oluşturulan "Mushaf"ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor. Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan "değişik mushaflar" da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti'nin el itkan'ında, Buhari'nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir.
692’de yapılan Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’daki kitabede bile bugünkü ünsüz harflerin ünlü okunmasını sağlayan işaretlerin bulunmamasından hareket edenler, bu işaretlerin (harekelerin) 649-714 arasında Irak Valisi olan Haccac tarafından Kuran’a eklendiği rivayetine inanma eğiliminde (Haccac güya ‘Kuran’a bin tane elif eklettim’ demişti) ancak bu rivayet ‘sahih’ görünmüyor.
İmam Mushaf bugün nerde?
Ebubekir’in Mushafı’nın akıbetini aşağı yukarı öğrendik. Peki, Osman’ın Mushafı şimdi nerede? Bu konuda rivayet muhtelif. Bazılarına göre İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, bazılarına göre Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te. Her iki Mushaf’ın da iddiasının temelini, bu Kuran’ların (daha doğrusu Bakara Suresi’nin 137. ayeti) üzerindeki kan lekesi oluşturuyor. Çünkü geleneğe göre, Osman öldürülürken bu Kuran’ı kıraat ediyordu ve kanı sayfaya sıçramıştı. Kan izi iki ayrı Kuran’da olmayacağına göre iddialardan biri doğru değildi ama hangisi? Yoksa ikisi de mi yanlıştı? Gelin konuya biraz daha yakından bakalım:
Semerkand Kuranı
Bilimsel literatürde Taşkent’in tarihsel adından dolayı “Semarkand Kuranı” rivayete göre Osman’ın öldürülmesinden sonra, Halife Ali tarafından Küfe’ye getirilmiş, 1402’de bölgeyi talan eden Timur’un eline geçmiş, 1485’te Semerkand’da ortaya çıkmıştı. 1868’de Semerkand Rus ordularının eline geçince, Kuran Rus Çarlığı’nın başkenti St. Petersburg’daki İmparatorluk Kütüphanesi’ne konmuştu. 1917’de Bolşevik Devrimi’nden sonra Britanya’ya karşı Müslümanları yanına çekmek isteyen Lenin tarafından Başkırdistan’ın başkenti Ufa’ya gönderilmiş, ama Taşkentli Müslümanların ısrarlı talepleri uyarınca, 1924’te Taşkent’e dönmüştü. O günden sonra da bazı kaynaklara göre Özbek Müslümanları tarafından gizli bir yerde, bazı kaynaklara göre ise Özbekistan Sovyeti Kütüphanesi’nde saklanmıştı.)
Semerkand Kuranı hakkındaki diğer bilgilerimiz ise daha da sınırlı. Çünkü bu Kuran üzerindeki nadir bilimsel çalışmalar Rus şarkiyatçıları A. Shebunin (1891) ve S. Pissareff (1905) ile Batılı şarkiyatçılar A. Jeffery & I. Mendelsohn’un (1942) ve F. Deroché’nin (1999) makaleleri ile sınırlı. Çünkü Özbek makamları Kuran üzerinde çalışma yapmaya izin vermiyorlarmış. Son olarak Diyanet İşleri eski başkanlarından Tayyar Altıkulaç mikrofilmler üzerinden çalışıyor ama henüz nihai raporunu vermemiş.
Kufi Kuran El Yazması-Kuveyt Tarık Recep Müzesinde yer almaktadır. |
Önce en çok merak edilen soruya cevap verelim: Biraz önce adını andığım araştırmacıların hepsi de Semerkand Kuranı’nın Osman’ın Mushafı olmadığında anlaşıyor. Bu kanıya bazı sayfalarda yapılan radyo-karbon testleri ve metinlerin paleografi (yazı çeşitlerini inceleyen bilim dalı), ortografi (yazı sistemlerini inceleyen bilim dalı) konulu analizlerden sonra vardıkları anlaşılıyor. Orijinalinin 360 yaprak (varak) olduğu sanılan ancak halen, 353 yaprağı Taşkent’te olan Semerkand Kuranı radyo-karbon testlerine göre yüzde 95 ihtimalle 8. yüzyıla ait. Paleografik ve ortografik analizlere göre ise 8. yüzyılın sonu ile 9. yüzyılın başına ait. Bu konuda en önemli ipucu Kuran’da kullanılan Kufi yazının bu yüzyıllarda tekâmül etmesi. Gerçekten de hatta adını veren Kufe şehri 638 yılında kurulmuştu ancak bazı dilbilimcilere göre Kufi yazı, Kufe’den önce de biliniyordu ancak adını hattı resmî yazışmalarda kullanıldığı Kufe’den almıştı. Dolayısıyla sadece Kufi yazıdan hareket etmek doğru değildi. Ama söz konusu araştırmacılar, hatadaki başka özelliklerden ve süslemelerden hareketle kendilerinden emin görünüyorlar.
Topkapı Sarayı Kuranı
Osman’ın Kuranı diye ünlenen Topkapı Sarayı’ndaki Kuran ise Tayyar Altıkulaç tarafından incelenmiş ve raporlanmış. Altıkulaç’a göre, bu Kuran Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından 1811 yılında Sultan II. Mahmud’a hediye edilmiş. 408 varaktan oluşan Kuran’ın sadece iki varağı eksik. Baş taraftan birkaç varak zarar gördüğü veya zayi olduğu için Mushaf’ın yazılışından 50-100 yıl sonra yeniden yazılmış. Her ne kadar Topkapı Kuranı’nın üzerinde “Bu Kuran Halife Osman öldürüldüğünde okuduğu Kuran’dır. Üzerindeki kan lekeleri hâlâ görülebilmektedir” yazılıysa da Altıkulaç’a göre Topkapı Kuranı da Osman’ın Kuranı değil (15). En büyük ihtimalle Emevi Dönemi’nde kullanılan tarzda Kufi yazıyla fakat farklı katiplerce kaleme alınmış. Ancak üzerine daha sonraki yıllarda noktalar eklenmiş. Ancak bu noktalar, Arapçada noktalama usulünü ilk bulan Ebu el Asvad (ö. 688) tarzında imiş.
Kahire Kuranı
Osman’ın Kuranı’nı bulamadık ama Kahire’de, İstanbul’da ve St. Petersburg’da Hicret’in ilk iki yüzyılına tarihlenen başka Kuran’lar var. Bunlardan Kahire’deki Hüseyin Camii’deki (El Meşhedü’l-Hüseynî) Kuran üzerine çalışan Tayyar Altıkulaç ve Selahaddin Müneccid’in vardıkları sonuç, bu Kuran’ın bugüne dek sanıldığı gibi Osman döneminde kaleme alınan nüshalardan biri olmadığı yolunda. Bu iki ilahiyatçıya göre Kahire Kuranı, Emevi Halifesi Mervan’ın Kahire Valisi olan kardeşi diğer Mervan tarafından yazdırılan bir nüsha.
TİEM Kuranı
Bu iki ilahiyatçının üzerinde çalıştığı bir diğer Kuran ise İstanbul’daki Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki Kuran. İlk sayfasında Sultan I. Mahmud’un (1730-1754) mührünün olduğu bu eser 1912’de Aya İrini’den Müze’ye intikal etmiş. 439 yapraktan oluşan bu Kuran’ın 17 yaprağının kayıp olduğu sanılıyor. Kuran’ın 14 yaprağı da 1437 tarihinde onarım görmüş. Kufi yazıyla yazılmış Kuran’ın son yaprağında “Hicri 30 yılında Osman bin Affan yazdı” ibaresi görülüyorsa da, Altıkulaç’a ve Müneccid’e göre paleografik ve ortografik özellikler ve süsleme unsurlarından hareketle bu ibarenin daha sonra (8. veya 9. yüzyılda) konduğu düşünülüyor. Ancak Gerek Altıkulaç, gerekse Müneccid, bu Kuran’ın günümüze dek ulaşan en eski Kuran olduğunda hemfikir.
Darü’l-Kütüp Kuranı
Mısır Milli Kütüphanesi’nde (Dar Al-Kutub Al-Mısrıyya) bulunan Kuran’ın özel kişilerin elinde olan varakları üzerinde yapılan radyo-karbon testine göre, yüzde 95 ihtimalle 609-694 yılları arasında yazıldığı düşünülüyor. Paleografik ve ortografik incelemeler de aşağı yukarı aynı tarihlere işaret ediyormuş. Metnin incelenebilen kısımları Kufi yazıyla yazılmış ama 688’den sonra icat edildiği bilinen harekeler ve noktalama işaretleri yokmuş. Orijinal metninin 620 yaprak olduğu sanılan Dar’ül-Kütüp Kuranı’nın 562 yaprağı bu kütüphanede, diğer yaprakları bazı Paris ve Gotha’da koleksiyonerlerin elinde. Ancak Kahire’deki 562 varaktan 248’i gerçek parşömen, 34’ü varak sahte parşömen, 61’i başka bir Kuran’a ait, 219’u 1830 tarihinde üretilmiş kâğıtlara modern metinlermiş. Kısacası bu Kuran’ın da derleme olduğu anlaşılıyor.
St. Petersburg Kuranı
Son olarak büyük bir bölümü bugün Rusya’da St. Petersburg’daki Şarkiyat Enstitüsü’nde saklanan ‘St. Petersburg Kuranı’ndan bahsetmek istiyorum. 1936 yılında ‘yaşlı bir kadın tarafından’ enstitüye bağışlanan bu Kuran’ın, 19. yüzyılda Suriye’de kıymetli eserlerden oluşan büyük bir kütüphanenin sahibi olan Hıristiyan Arap Nofal Ailesi’nin haraç mezat satılan terekesinden kalma olduğu sanılıyor.
1998 yılında Rus şarkiyatçı Efim Rezvan’ın ve 1999’da Fransız şarkiyatçı François Déroche’nin yayımladığı makalelere göre bu Kuran’ın orijinali 97 yaprak olup, bunların 81’i St. Petersburg’da, diğerleri Özbekistan’da (biri Taşkent’teki Biruni Enstitüsü’nde, ikisi Buhara’daki İbn-i Sina Bölge Kütüphanesi’nde, biri Taşkent’teki İslam İşleri İdaresi’nde, 12’si Katta Langar’da bir ailenin elinde) idi. Hicaz hattıyla yazılmış olan Kuran’ı iki ayrı kâtibin yazdığı anlaşılıyordu, çünkü bazı harflerin yazımında bariz farklar vardı.
Sana’a Kuranı
Son olarak 1972’de Yemen’in başkenti Sana’a’daki Ulu Cami’de bulunan Kuran var. ‘Sana’a Kuranı’ üzerinde Alman şarkiyatçı Dr. Gert Puin tarafından yapılan incelemeler aradan geçen 36 yılda tamamlanabilmiş değil. Bunun nedeni bu Kuran ile ilgili ilk değerlendirmeler olmalı. Puin’e göre, bu Kuran’ın yazıldığı parşömen Peygamber’in doğumundan önceye tarihleniyor ama üzerindeki yazı daha sonraya ait. Daha ilginci üstteki metnin altında silinmiş bir eski metin var. (Bu tür metinlere literatürde ‘palimpsestus’ deniyor.) Bu metin de Kuran metni. Puin’in Batılı şarkiyatçılarca pek beğenilen ancak İslam çevrelerinde infiale neden olan iddiası ise şu: Kuran’ın yazılışı Peygamber’den çok önce başlamıştı. Çünkü Kuran, kendisinden önceki kutsal kitapların bir çeşit özeti olmaktan öteye gitmiyordu. Suudi Arabistan Hicaz’da arkeolojik araştırmalara izin verinceye, İslam bilim adamları İslam ülkelerinin kütüphanelerinde saklı olan yüzlerce eser üzerinde ‘bilimsel kriterlere’ uygun araştırmalar yapıp, sonuçlarını bizlerle paylaşıncaya kadar bu tür ‘şarkiyatçı’ yorumlar gündemde kalacak gibi görünüyor.
Daha anlatacak çok şey var ama yerim bittiği için burada noktalıyorum. Kalanını internet nüshasına eklemeye çalışacağım. Bu tarihçeye bakılırsa, bugün İslam ülkelerinde kullanılan ‘Resmî’ (Standardize edilmiş) Kuran’ın (ki 1920’de Kahire’deki El Ezher Üniversitesi tarafından kaleme alındı) Osman’ın Mushafı’yla değil ‘harfi harfine aynı’ olduğunu, bu tarihçeyi bilenlerin kabul etmeye razı olduğu gibi, ayetlerin sırası ve içeriği açısından aynı olduğunu iddia etmek, ancak ‘iman’la mümkün, yoksa ‘bilimsel açıdan’ mümkün değil (16).
Kaynaklar
(1)Ebu Şehbe s.236), Şehhate (s.27), es-Sabuni, et-Tıbyan fi Ulumi’l-Kur’an, Beyrut,1408, s.68.
(2)( Tahir el-Cezairi, et-Tıbyan, Beyrut, 1412, s.101) (Ebu Şame el-Makdisi, Kitabu’l-Murşidi’l-Veciz, Ank,1986, s.44).
(3)Her Ramazan'da Hz. Rasul'un o seneye kadar inen ayetleri Cibril ile okuyup karşılaştırdıkları rivayetleri vardır. (ez-Zerkani, I,234, Ebu Şehbe, s.236). Çiçek, M.Halil, 20.Asırda Ku’ran İlimleri Çalışmaları,1996,İst,s.179-189.
(4)Çiçek, M. Halil, 20. Asırda Ku’ran İlimleri Çalışmaları, 1996, İst, s.179-189.
(5)el-Buhârî ve Müslim’in Enes’dan naklettiği hadise bakarak Muhammed zamanında ezberin sınırlı kişiye hasrı yanlıştır: ‘Muhammed zamanında dört kişi Kur’an’ı ezberlemişti. Bunların hepsi Ensar'dandı: Ubeyy ibnu Ka’b, Muaz ibnu Cebel, Zeyd ibnu Sabit, Ebu Zeyd.’
(6)(Ebu Şame, s.48-49) ( el-Cezairi, s.99-100) ( ez-Zerkani, I,235), ( Ebu Şehbe, el-Maakkal, 243-244) ( el-Kattan, s.124), (Zurzur, s.87).
(7) Şehhate, s.32.
(8) el-Buhârî/Fedaili'l-Kur’an.
(9)el-Buhari, III / 196.
(10)el-Buhari, Kur’an’ın Cem’i Babı, Enes ibnu Malik rivayeti.
(11) el-Buhari, Menakib.
(12)Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3.
(13)Dr. Subhi e's_Salih, Mebahis fi Ulumi'l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif, s.24.
(14)Suyuti, el itkan, 2/32.
(15)http://euro.zaman.com.tr/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=20570.
(17)Ayşe Hür,Ama Hangi Kuran'ı Esas Alacağız,Taraf Gazetesi Köşe Yazısı.
(15)http://euro.zaman.com.tr/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=20570.
(17)Ayşe Hür,Ama Hangi Kuran'ı Esas Alacağız,Taraf Gazetesi Köşe Yazısı.