1. Zenb (günah): Kuran, bu sözcüğe 39 ayette yer vermektedir. Fetih Suresi ikinci ayetinde geçen şekliyle çok kullanılır: “Ey Muhammed! Doğrusu sana açık bir zafer sağladık. Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar” (Fetih 1-2).
2. Fahşa (kötülük, ahlaksızlık): Genellikle zina suçu hakkında kullanılır. Kuran bu suçu, şu ayetle yasaklar: “...Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın!..” (En’âm 151).
3. Vizr (yük): “Senin gönlünü açmadık mı? Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı?” (İnşirâh 1-3).
Fahru’r-Râzî bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Melek Cebrail Muhammed’e geldi. Göğsünü yardı ve yüreğini çıkardı. Onu yıkayıp tüm günahlardan arıttı, ilim ve imanla doldurdu.”
İbnu Hişam, Muhammed b. İshak’tan bildiriyor: Muhammed’in arkadaşlarından birkaç kişi ona sordular:
- “Ey Allah’ın elçisi, bize kendinden söz et.”
- “Sa’d oğullarında emzirildim. Süt kardeşimle birlikte, evimizin bahçesinde hayvan otlatırken, bembeyaz giysilerin içerisinde iki adam yanıma geldi. Ellerinde içi kar dolu, altından bir tas vardı. Beni alıp karnımı yardılar. Kalbimi çıkarıp yardılar. İçinden siyah bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonra, kalbimi ve karnımı kar ile yıkadılar. Arkasından biri diğerine, ‘Onu ümmetinden on kişi ile tart’ dedi. Onlarla tarttı ve denk geldim. Daha sonra, ‘Bin kişi ile tart’ dedi. Beni onlarla da tartı, yine denk geldim. Bunun üzerine, ‘Bırak onu, Allah’a yemin ol-sun, ümmeti ile tartsan onlara da denk gelecek’ dedi.”
4. Dalal (şaşkınlık, sapkınlık): “Rab’bin şüphesiz sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. Seni öksüz bulup da barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?” (Duhâ 5-8).
Kelbî bu ayetteki şaşkınlık kelimesini küfr (kâfirlik) ile tefsir eder.
5. Küfr (inkârcılık): “...İnkârcılığı, yoldan çıkmayı ve başkaldırmayı size iğrenç göstermiştir...” (Hucurât 7).
Zemahşerî bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Küfür Allah’ı inkâr etmek, yoldan çıkmak ve başkaldırma, söz dinlememek ve inattır.”
6. Zulm (haksızlık): “Rab’bin Musa’ya haksızlık eden millete, ‘Firavun’un milletine git’ diye seslenmişti” (Şuarâ 10).
7. İsm (günah): “Günahın açığını da, gizlisini de bırakın. Günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir” (En’âm 120).
8. Fücur (Allah’ın buyruğundan çıkma, ahlaksızlık): “...Allah’ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler. Ceza günü oraya girerler bir daha ayrılmazlar” (İnfitâr 14-16).
9. Hatîe (günah - yanılma): “Kim yanılır veya suç işler de, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur” (Nisâ 112).
Bu ayette günah karşılığı üç sözcük kullanılmıştır: Yanılma, günah ve iftira (buhtân). İmam Râzî bunları şöyle ayırır:
A) Yanılma küçük, günah ise büyük suçtur.
B) Yanılma, yalnızca onu yapana dokunur; halbuki, günahın zararları başkalarına da geçer. Zulüm ve öldürmek gibi...
C) Yanılma, ister bilerek, ister bilmeyerek olsun, yapılmaması gereken bir fiildir. Oysa, günah kasıtlı olarak yapılmaz. İftira (buhtân) ise, hiç ilgisi olmadığı halde, kötü bir işi kardeşine yüklemendir. Bil ki, iftira sahibi, dünyada şiddetle yerilmiş olup ahirette de o denli şiddetli bir cezaya uğrayacaktır.
10. Şerr (kötülük): “Kim zerre kadar kötülük yapmışsa, onu görür” (Zilzâl 8). Ebu Cafer el-Taberî (Yunus b. Abd el-A’la İbnu Vehb, Yahya b. Abdillah, Ebu Abdirrahman el-Hablî ve Abdullah b. Amr b. el Âs kanalı ile) bildiriyor: “Bu ayet indirildiğinde, o sırada Muhammed’in yanında oturan Ebu Bekir ağladı. Allah elçisi ‘Seni ağlatan nedir?’ diye sordu. Ebu Bekir, ‘Beni bu sure ağlatıyor’ dedi. Bunun üzerine Allah elçisi, ‘Siz Allah’ın sizleri affetmesi için suç ve günah işlemezseniz, Allah, suç ve günah işlemeyen bir millet yaratır da onları affeder’ dedi.”
11. Seyyie (kötülük): “Kötülük getirenler yüzü koyun ateşe atılırlar...” (Neml 90). İbnu Abbas diyor ki: “Bu ayet inince Müslümanlar çok sıkıldılar. Muhammed’e, ‘Bizde kötülük yapmamış kim var? Karşılık nasıl olacak?’ dediler. Bunun üzerine Muhammed, ‘Allah, itaate on sevap, isyana da bir kötülük muamelesi yapacağım, dedi. Buna göre, kim bir kötülükle cezalandırılırsa, on sevaptan bir azalacak, geriye dokuz sevap kalacak’ diye karşılık verdi.”
12. Sû (fenalık, kötülük): “Kim fenalık yaparsa cezasını görür, Allah’tan başka ne dost, ne de yardımcı bulur”(Nisâ 123).
13. Fesâd (bozgunculuk): “Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çabalayan insanlar vardır...” (Bakara 205).
14. Fısk (yoldan çıkmak): “Ey Muhammed, sana apaçık ayetler indirdik; onları yalnızca yoldan çıkmışlar inkâr eder” (Bakara 99). Tefsirciler, “Fısk , insanın kendisine Tanrı tarafından çizilmiş sınırı aşmasıdır. Her fâsık (fısk yapan, yoldan çıkan) kâfirdir” derler.
15. Buhtân (iftira): “...Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır...” (Nûr 16).
Burada yerimiz dar olduğu için aktaramadığımız, günah anlamına gelen daha birçok kelime var. Ancak, günah hakkında sözümüzü bitirmeden önce, Kuran’ın “aslî günahı” bildirdiğini, bunun Adem, Havva ve soylarının düşmesine neden olduğunu kabul ettiğini de açıklamalıyız. Kuran bu konuya birçok ayette yer vermiştir. Kolayca anlaşılır olması bakımından bu ayetlerin en açığını vermekle yetiniyoruz:
“Biz, ‘Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz’ dedik. Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı. Onlara, ‘birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet yerleşip geçineceksiniz’ dedik. Adem Rabbi’nden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabbi de bunun üzerine tövbesini kabul etti. O tövbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır” (Bakara 35-37).
Müslüman bilginler, Adem ile Havva’nın düşmeden önce bulundukları yer konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Ebu Kasım el-Belhî ve Ebu Muslim el-İsfahânî, “cennet yeryüzündeydi” derler ve “indirme”yi de Kuran’da geçen “Mısır’a inin”sözünde olduğu gibi, bir bölgeden diğerine geçmek biçiminde yorumlarlar. Cubbâî ise, “cennet yedinci göktedir, delil ‘oradan inin’ sözüdür” der.
Görüldüğü gibi Kuran, Adem’in günahının, cennetin ortasındaki ağaçtan yemesi olduğu noktasında Yaratılış kitabının metni ile birleşmektedir. Fakat bilginler ağacın türü üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Onların bu konuda, tümü de isnatlarla (rivayet zincirleri) desteklenmiş rivayetleri vardır.
İshak, Abdurrezzak’tan bildiriyor, bize İbnu Uyeyne İbnu’l-Mubarek, Hasan b. Ammâra, Minhâl b. Amr, Saîd b. Cubeyr ve İbnu Abbas’tan iletti: “Allah’ın Adem ve eşine yasakladığı ağaç başaktı” dedi.
İbnu Humeyd’den. Bize Seleme b. İshak, bazı Yemenliler, Vehb b. el Munebbih el-Yemânî kanalı ile anlattı. Şöyle diyordu: “O buğdaydır. Fakat cennetteki inek ciğeri gibi, yağdan daha yumuşak, baldan daha tatlıdır” dedi.
Rivayete göre Ebu Bekir Allah elçisine ağaç hakkında sorduğunda, “mübarek buğday başağıdır” cevabını almış.
İbnu Vakî’den. Abdullah İsrail, Suddî ve İbnu Abbas’tan bildiriyor: “Üzüm asmasıdır” dedi.
Mucâhid ve Katâde diyor ki: “O incir ağacıdır.”
Rabi b. Enes diyor ki: “Ağaçtan yiyen kişi yediğini daha sonra dışkı yoluyla çıkarır. Cennette ise böyle bir şey olmaz.”
Kuran, Adem ve Havva’nın, Şeytan’ın saptırması sonucu ağaçtan yemesi hususunda da Yaratılış kitabı ile birleşir.“...Şeytan ikisinin de ayağını kaydırdı...” (Bakara 36). İbnu Cureyc İbnu Abbas’tan aktarıyor: “İbnu Abbas, ‘ikisinin de ayağını kaydırdı’ ayetini, onları doğru yoldan döndürdü, biçiminde tefsir etti.”
Adem Kuran’a göre peygamberdir. Peygamberler İslâm öğretisinde hatadan masum olunca, Adem’in günaha düşmesi konusunda bir karışıklık ortaya çıkıyor. İşte tefsirciler bu karışıklıktan kurtulmaya çalışarak, “Adem,” demişler, “bu hatayı yaptığında peygamber değildi, daha sonra peygamber oldu.” Ancak bu görüş üzerinde tam bir birleşme sağlanamamıştır. Tefsircilerden bir grup, “Adem başlangıçtan beri peygamberdi, bu hataya bilmeden, unutarak düştü” demişler ve buna örnek olarak da kendisini, orucunu unutturacak kadar meşgul eden bir işle ilgilenip bu sırada kasıtsız olarak yiyen oruçluyu göstermişlerdir. Rivayetlerden birinde, Havva’nın Adem’e şarap içirdiği, bunun sonucu sarhoş olup bu işi sarhoşluğu anında yaptığı anlatılır.
Bilmiyorum, böyle bir tefsir nasıl kabul edilebilir. Çünkü Kuran, “Adem Rab’binden emirler aldı. Rabbi de tövbesini kabul etti. O tövbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır” diyor (Bakara 37). Tövbe etmek anlamına gelen“tabe” fiili, Kutsal Kitap’ın da bildirdiği üzere, suçu her ne kadar Havva’ya atsa da, Adem’in bu günahı kendi iradesi ile işlediğini gösterir.
Bir grup bilginin görüşleri Adem’in bu ağaçtan bile bile yediğini vurgular. Ebu Cafer et-Taberi, “Adem Rabbi’nden emirler aldı...” ayetini tefsir ederken, Yunus b. Abd el-Ala, Vehb ve İbnu Zeyd’den şu rivayeti bildiriyor: “Onlara verilen emir şu ayeti söylemeleriydi: ‘Rab’bimiz, kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz, merhamet etmezsen, kaybedenlerden oluruz’” (Araf 23).
Musa b. Harun anlattı. Bize Amr b. Hammad, “...Adem Rabbi’nden emirler aldı...” ayetinin tefsirinde Asbât ve Suddî’den bildirerek anlattı: “Adem ile Rabbi arasında şu konuşma geçti:
- Ey Rab’bim beni elinle yaratmadın mı?
- Evet.
- Burnuma ruhundan üflemedin mi?
- Evet.
- Merhametin gazabını geçti, değil mi?
- Evet.
- Rab’bim! Sen bunu alnıma yazmış mıydın?
- Evet.
- Rab’bim! Tövbe edip kendimi düzeltsem, beni cennete gönderir misin?
- Evet.
Allah şöyle buyurdu: ‘Sonra Rabbi onu seçti. Bağışladı ve doğru yola iletti.’”
Bir başka rivayet de şöyle: Muhammed b. Beşşar ve Abdurrahman b. Mehdî’den. Sufyan, bize Abdulaziz b. Râfi yoluyla anlattı. Bana Ubeyd b. Umeyr’den işiten kişi anlattı: “Adem ile Rabbi arasında şu konuşma geçti:
- Ey Rab’bim; yaptığım günah, beni yaratmadan önce alnıma yazdığın bir şey miydi, yoksa onu kendimden mi yarattın?
- Evet, seni yaratmadan önce takdir ettiğim bir şeydir.
- Onu nasıl alnıma yazdıysan, şimdi de beni affet.
İşte, ‘Adem Rabbi’nden emirler aldı’ ayetinin iniş nedeni budur” dedi.
Ancak, tüm bu tefsirler, mantığın kabul ettiği gerçeği, Adem’in kendi seçimi ile günah işlediği gerçeğini değiştirmez. Fahru’r Râzî de bu görüştedir ve şöyle der: “Fiiller konusunda tutundukları ayetler çoktur. Bunların ilki Adem’in hikâyesidir. Bu hikâyeye yedi yönden dayanırlar.
A) Adem asi idi. Asinin ise iki yönden büyük günah sahibi olması gerekir:
a- ‘Allah’a ve elçisine isyan edene cehennem ateşi var’ ayeti gereğince cezalandırılmış olması gerekir.
b- Asi (isyan eden), yergi ismi olup büyük günah sahibi hakkında kullanılır.
B) Kuran’da geçen öyküsüne göre, Adem sapmıştır. Sapmışlık ise doğruluğun karşıtıdır.
C) Adem tövbe etmiştir. Tövbe eden kişi ise, günahkâr olup günahından pişmandır. Günahından pişman olan kişi ise, dolaylı olarak günah işlediğini bildirmektedir. Eğer bu bildirisinde yalancı ise, bu kez yalan günahı işlemiş demektir. Yok eğer doğru ise, zaten istenen de budur.
D) O, yasaklanan bir şeyi yapmıştır: ‘Sizi o ağaçtan yasaklamamış mıydım?’ (Araf 22); ‘Bu ağaca yaklaşmayın!’ (Bakara 35) ayetleri bunun delilidir. Yasaklanmış bir şeyi yapmak ise günahın ta kendisidir.
E) Adem, ‘...Yoksa zalimlerden olursunuz...’ (Bakara 35) ayeti gereği zalim olmuştur. ‘Kendimize zulmettik’ (Araf 23) diyerek kendisini tekrar bu sıfatla nitelemiştir. Zalim, ‘Allah’ın lâneti zalimleredir’ ayeti gereği lânetlenmiştir. Lâneti hak eden ise, büyük günah sahibidir.
F) Allah’ın bağışlaması olmasa, kaybedenlerden olacağını itiraf etmiştir: ‘Bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen kaybedenlerden oluruz’ (Araf 23). Bu da büyük günah sahibi olmasını gerektirir.
G) Adem, Şeytan’ın fısıldaması ve ayağını kaydırması sonucu, yani ona uyması nedeniyle cennetten çıkarılmıştır. Bu da büyük günah sahibi olduğunu gösterir.”
İslam bilginleri arasında Şeytan’ın cennete girişi ve Adem’i suça nasıl azmettirdiği de anlaşmazlık konusudur.
Kassâs Vebh. b. Münebbih, Suddî ve İbnu Abbas’tan bildiriyor: “Şeytan cennete girmek istediğinde bekçiler buna engel oldular. Bunun üzerine kendisini hayvanların tümüne sunan, fakat hiçbiri tarafından kabul edilmeyen, hayvanların en güzeli dört ayaklı yılan geldi. Yılan, Şeytan’ı yutarak onu cennete soktu. Yılan cennete girer girmez, Şeytan çıkıp ortalığı ayartmaya başladı. Bu yüzden yılan lânetlendi, ayakları düştü, karnı üzerinde yürümeye başladı, rızkı topraktan kılındı ve Adem oğullarına düşman oldu.”
Taberî’nin Cami’ul Beyân adlı tefsirinde Hasan b. Yahya ve Abdurrâzık’tan aktarılan şöyle bir rivayet vardır: “Allah, Adem ve soyunu cennete yerleştirdiğinde, ağacı ona yasakladı. O, dalları iç içe girmiş ağaçtı. Meleklerin, sonsuz yaşam için yedikleri bir meyvesi vardı. İşte, Allah’ın Adem ve eşine yemelerini yasakladığı meyve bu idi. İblis onları ayartmak isteyince yılanın karnına girdi. Yılan, dört ayaklı ve hayvanların en güzeli idi. Allah’ın Adem ve Havva’ya yasakladığı ağaçtan bir meyve alıp Havva’ya getirdi ve ona ‘Şu ağaca bak! Ne tatlı kokusu, tadı, ne güzel rengi var!’ dedi. Havva meyveden yedi, sonra da Adem’e götürüp, ‘şu ağaca bak!’ dedi. Adem de meyveden yedi ve hemen arkasından ayıp yerleri göründü. Adem ağacın içine girdi. Rabbi Adem’e, ‘Adem! neredesin?’ dedi.
Adem, ‘buradayım’ cevabını verdi. Rab, ‘Çıkmayacak mısın?’ dedi. Adem, ‘Senden utanıyorum’ dedi. Bunun üzerine Rab şöyle buyurdu: ‘Yaratıldığın yeryüzü lânetli olsun, meyvesi dikene dönüşsün.’
Ne cennette, ne de yeryüzünde muz ve hurmadan daha güzeli, daha tatlısı yoktu. Allah devamla şöyle buyurdu: ‘Havva! Kulumu sen aldattın. Bu yüzden büyük zorlukla hamile kalacaksın. Karnındakini doğurmak istediğinde defalarca ölümle burun buruna geleceksin.’ Yılana seslenerek, ‘Lânetlenmiş olan Şeytan senin içine girip kulumu ayarttı. Öyle bir lânete uğradın ki, ayakların karnına dönüştü. Topraktan başka rızkın olmayacak. Sen Adem oğullarının düşmanısın, onlar da senin. Onlardan birine rastlarsan topuğunu yakalayacaksın, onlar ise senin başını ezecek’ dedi.”
Kelâm bilginlerinden bazıları, “Adem ve Havva” diyorlar, “cennetin kapısına giderlerdi. İblis de kapının yakınında olur, onları ayartırdı.”
Yine de elimizde, Adem’in günahlı oluşu sorununa kesinlik getiren bir Kuran ayeti bulunmamaktadır:
“...Şeytan onun aklını karıştırıp, ‘Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmeyecek bir saltanatı göstereyim mi?’ dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Birden ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem Rabbi’ne baş kaldırdı ve saptı” (Tâ-Hâ 120-121).
Fahru’r-Râzî, “yolunu şaşırdı” anlamına gelen GAWÂ fiilinin ismi olan GAWAYE sözcüğünü tefsir ederken, “GAWÂYE ve DALÂLET (sapmak) eş anlamlı kelimelerdir. Sapmak, doğru yola ermenin karşıtıdır ve günah da buna benzer. Fısk ile haşır neşir olandan başkasına bu ad verilmez” der.
Ebu Umama el-Bâhilî de şöyle diyor: “Adem’in başına gelenler gariptir. Şöyle ki; Allah, ‘...sakın seni cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun... Orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın’ diyerek Adem’i sürekli, rahata ve düzenli bir yaşama teşvik etmiş, İblis de, ‘sana sonsuzluk ağacını göstereyim mi?’ diyerek aynı ayartmada bulunmuştur. Bir farkla ki, Allah teşviki ağaçtan sakınmaya özendirirken, Şeytan, ağacın meyvelerinden yemeye özendirmiştir.
Allah efendisi, Rabbi ve yardımcısıyken ve olgun bir akla sahip olmasına karşın Adem, nasıl kendisine karşı amansız düşmanlığını bildiği İblis’in sözünü kabul edip Allah’ın sözünden yüz çevirdi?”
Tefsirciler, gerçekte, Adem’in günahını gizlemekten âcizdirler; çünkü, “Adem Rabbi’ne başkaldırdı ve saptı” diyen Kuran’dır. Tefsirciler Kuran ayetlerine dayanarak isyanın günah, âsi isminin ancak büyük günah sahibi kişiye verilebileceği; büyük günah sahibi kişinin ise, “ceza göreceği bir fiili yapan kişi” olduğu hususunda birleşmişlerdir.