21.06.2013

Kuranı Nasıl Hazırladılar?

Muhammed ve arkadaşları Kuran'ı nasıl hazırladılar? Kendisini Tanrı elçisi olarak ilan eden Arabistan'ın Kureyş Kabilesi'nden Muhammed'in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır.

Muhammed ve arkadaşları Kuran'ı nasıl hazırladılar?

Kendisini Tanrı elçisi olarak ilan eden Arabistan'ın Kureyş Kabilesi'nden Muhammed'in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. İslamiyet'in kitabı Kuran'ın, Tanrı tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak, Kuran'ı Muhammed'in yazmadığını güya savunmaktadırlar.

Muhammed'in okur-yazar olması ihtimalide var. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör yada sağır da değildi ve kendisine "anlatılanlar"ı Kuran'a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.

İslam tarihinde, Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel'am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.Bunun yanında Muhammed'in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ(Varaka) ve Abdullah Ibn-i Selâm'ın adları da geçer.

Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten yada Hıristiyanlıktan dönme yada İbrani'ce bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret'in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit'e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.

Abdullah İbn-i Selam'a gelince, Tevrat'ı en iyi bilen Yahudi'lerden birisiydi. Muhammed'in Medine'ye hicretinden sonra İslamiyet'e girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed'e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed o­nu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, "Cennetlik olan o­n kişinin onuncusu" olarak tanımlamıştır.(1)

Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, "kıssa"ları bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran'ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.

Kuran'ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.

Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr Muhammed'in Öğretmenleri mi?

Konuya ilişkin Kur'an ne diyor?

Kuran şöyle bir açıklama yapıyor

"And olsun ki biz, onların:'O'na (Muhammed'e) bir insan öğretiyor kesinlikle.' Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur'an), apaçık bir Arapça'dır."(Nahl, ayet:103)

Bundan sonraki ayetlerde, "inanmayanlar" korkutuluyor, "yalancı, iftiracı" olarak nitelendiriliyor ve "işkenceli bir ceza"yla cezalandırılacakları bildiriliyor.Yukarıdaki ayette, Muhammed'e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, "Arap olmadığı, yabancı olduğu" belirtiliyor.

Yunanlı Bel'am, Yaiş.. 
Kimilerine göre, Muhammed'in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel'am adında bir köle. 
Ibn Abbas anlatıyor:

"Peygamber, Mekke'de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da Bel'am'dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında puta taparlar görüyorlardı. 'Muhammed'e her şeyi öğreten Bel'am'dır..' diye konuştular.(2)

Yada Yaiş'ti üzerinde durulan köle. Bel'am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. "Yaiş, Muhammed'e öğretmenlik yapıyor" deniyordu. (3) 

Yada, Muhammed'e öğreticilik eden köle, Cebr'di.(4) 
Yada, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.

"Hadrami'lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr'di" diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:

"Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, 'Muhammed, bunlardan öğreniyor..' dediler."(5)

Fahreddin Er Razi'nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb'ın kölesi Addas.(6)

Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed'le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan: Müslümanların bakışları ve savları başka, "putatapar" dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.

Müslümanlardan kimine göre: Muhammed'le köleler arasında bir "öğretme ve öğrenme" ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed'di, öğrenenlerse köleler. İnanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed'se öğreniyordu onlardan.

Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, "okuma ve dinlenme" ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, "peygamber" de "dinliyordu" yalnızca. 

Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor: "Dillerini bilmiyordu"ysa, Muhammed'in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed'in dinlemesinin ne yararı oluyordu? Kısacası, Müslüman'ların savları, akla sığacak türden değil. 

İman nereli?

Muhammed'in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu: "Iman, Yemen'lidir."

Bu hadis, Buhari'nin "e's-Sahih"inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. Hadis'e göre, "hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen'lidir." Dahası: "Fıkıh da Yemen'lidir," hadise göre.(7)

Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan "mutevatır hadis"ler arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır.(8)

Kimi yorumcu, buradaki "Yemen"i, birtakım zorlamalı yorumlarla, "Mekke ve Medine" olarak göstermeye çabalar.(9) 

Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında "Yemenliler"den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen'dir. Demek ki, bu hadise göre, "imanı"yla, "hikmet"iyle ve "fıkh"ıyla (buradaki 'fıkh', sözlük anlamında olmalı) Islam, yabancı kökenlidir, "Yemen"lidir.

"Vahiy katibi"nin başına gelenler:

Adam, önce Müslüman olmuştur. Sonra da Muhammed'le işbirliği halindedir. Ama sonra ne olursa olur, bırakır İslam'ı. Ve bir de açıklama yapar: 

"Muhammed'e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kuran'a vahiy olarak yazılıyordu.."

Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu. Muhammed'in adamları şunu yayıyordu: 

"Bu olay, Tanrı'nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı'yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada. Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı'dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının dışına fırlatıyor. 'İbret almak' gerek.."

Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın dışında. Birkaç kez olmuştu bu. Muhammed'in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:

"Bir adam vardı. Neccar oğullarından..Hıristiyan'dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hıristiyanlara katıldı. 'Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,' demeye başladı."(10)

Enes'in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşler adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar, "Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.." diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.

Bu adamın söylediğini söylemiş, yani "ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor.." demiş, Muhammed'in "Tanrı'dan falan vahiy almadığını" söyleyerek, İslam'ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa'd Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..Muhammed tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman'ın süt kardeşiydi. Ve Osman'ın araya girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu.(11)

Ayetteki Cevap 

"Muhammed'e öğreten Tanrı değil, insandır.." diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu? Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:

1) Muhammed'e öğrettiği söylenen kişi, Arap değildir, yabancı biridir. 
2) Kuran'sa apaçık Arapça'dır. 
3) Öyleyse, Muhammed'e sözü edilen kişi öğretmiş olamaz.

Oysa, Arapça'yı bilen yabancı biri de Muhammed'e "eskilerin söylencesi"nden, "Tevrat"tan, "İncil"den, başka "kutsal metin"lerden birtakım "bilgiler" verebilirdi. İleri sürülen de bu. Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi üslubu içinde sunmuş olamaz mıydı? Kaldı ki, "apaçık Arapça" diye nitelenen Kuran'da; Yunanca, Süryanice, İbranice, Koptice.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, Müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor.(12)

Kuran'da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da "Muhammed'e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği" yolundaki savı desteklemez mi? Muhammed'e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da öğretmiş olabilir. 

İslam için çok önemli bir kaynak, "Müseyime"dir. 

Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da "kezzap" yani "çok yalancı" demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu. Anlaşılıyor ki, onun kendi adı "Müslim"di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. "İslam" ve "Müslim" sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.
Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, "Rahman", "Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman" da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç. Bir başka ilginç olan da, Mekke'lilerin, Muhammed'e söyledikleri şu sözler:

"Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame'deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı'ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman'a inanmayız."(13) Mekkeli'lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?

Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed'in "öğretmenleri" olabilirler. Furkan suresi'nin 4.ayetine göre, Muhammed'in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden "kavm", yani "topluluk" diye söz edilmiştir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet'in resmi çevirisi)
"İnkar edenler, 'Bu Kur'an, Muhammed'in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.' Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. 'Kur'an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp, sabah akşam onu okunmaktadır' dediler. Ey Muhammed, de ki: 'O'nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." (Furkan, ayet:4-6)

Buna göre, Kuran'ın "uydurma" olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:

1)Muhammed'e bir topluluk yardımcı oluyor, 
2)Muhammed, Kur'an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor, 
3)Muhammed'e sabah akşam okunuyor

Buna karşılık, Kur'an'ın cevabı şudur:

Bilindiği gibi,Kur'an'da "kıssa" denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi kaynaklarında, kimileri Incil'lerde yer alır.

Mekke'de, Medine'de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların "söylenceleri"ni, "kutsal metinlerini bilenler az değildi. Muhammed'in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına yer verilen Bel'am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran'lı Selman da bunlardandır.


Muhammedin Rahip Bahira ve Nastura ile görüşmesi


Amcası Ebu Talip ile 12 yaşında gittiği Suriye gezisinde Hristiyan rahip Bahira ile yaşadığı diyaloglar bilinç oluşumunda önemli izler bırakacaktır. Bu sohbette Bahira onu Arap tanrıları Lat ve Uzza adına yemin ettirmeye kalkınca, onun olgun bir insan gibi, "Lat ve Uzza 'ya yemin vermem, zira benim bu dünyada en nefret ettiğim şey putlardır" diyerek Allah namına yemin ettiği rivayet edilir. 



Bunu diyecek bir bilince sahip olduğu söylenen Muhammed'in, aynı zamanda ondan dinsel bilgiler de öğrendiği  gerçeğinin, "12 Yaşında" oluşu gerekçesiyle reddedilmesi hiç de tutarlı bir açıklama değildir; sözkonusu bu anlatılarda ya yaşı küçültülmüştür ya da söylediği sözler abartılıdır.

Kaldı ki Muhammed'in diğer kültürler ve dinlerle Mekke dışındaki temasları, Hatice'nin kervancı başısı olarak peygamberliğini ilan edeceği 40 yaşına kadar sürer. Üstelik yine aynı rivayete göre söz konusu diyalog sonunda Bahira, amca Ebu Talip'e Muhammed'in peygamber olduğunu söyleyecek denli geniş izlenimler edinmiştir; ki bu, aralarındaki konuşmanın "birkaç dakika" değil, Bahira'nın yeterli izlenimleri edineceği ve ona tektanrı inancının temel kavramlarını anlatacak kadar uzun sürdüğünü veya yinelendiğini göstermektedir.(14)

Bu görüşmeler esnasında çok önemli sohbetlerde bulunulduğu tarihi kaynaklarda mevcuttur (15). Gerçek bu iken, Muhammed’in yeni bir oluşum için onlardan da yararlandığı söylenebilir. 

Hatta bu görüşmenin, Muhammed üzerinde yaptığı etkiyle ilgili özel kitaplar bile yazılmıştır. Mesela, 1988 yılında Paris’te yayınlanan Kuran’ın Yazarı Hıristiyan Keşiş Bahira Efsanesi adlı yapıt, bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Bu yapıtta, “Muhammed, bilgisinin Tanrı’dan değil; Keşiş Bahira’dan almıştır deniyor. Kaldı ki, Muhammed’in ticaret amacıyla 12 ve 25 yaşlarında iken bir-iki kez Şam tarafına gittiği ve adı geçen papazlarla dini konularda sohbet ettiği bilinen bir gerçektir.

Yine Muhammed'in çocukluğu ve gençliğinin Araplar içinde yeni inanç arayışlarının yoğun olduğu bir döneme rastladığını görüyoruz. Öyle ki baba ve dedesi göklerde Allah diye bir büyük tanrı olduğu inancındadırlar ve konuşmalarında onun adının anıldığını, ona yemin edildiğini görüyoruz.

Nitekim Habeşistan'daki Hristiyanlann Müslümanlara kucak açması ortamın da Bahira'nın da onun bilinci üzerindeki derin etkisi, Maide 82'de; "... Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da 'biz Hıristiyanız' diyenleri bulacak sın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar" şeklinde yansıyacaktır.

Ama en önemlisi O'nun gençliğinde, Arabistan'da yeni bir din arayışı ve yeni bir peygamberin geleceği inancı halk arasında yaygındır. Örneğin dönemin etkin hatiplerinden Kus b. Saide, Muhammed'in bilincini derinden etkileyen ve (Kur'an'ı bilenlerin dikkatinden kaçmayacağı gibi) daha sonra Kur'an'ın biçimine de şaşırtıcı bir benzerlikle yansıyan söylevinde şöyle demektedir:

"... Kulak tutunuz; dikkat ediniz, gökten haber var, yerde ibret olacak şeyler var. Yeryüzü bir Ferş-i eyvan,  gökyüzü yüksek bir tavan, yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim Allah'ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Ve Allah'ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınızın üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki ona iman edip de, o dahi ona hidayet eyliye. Vay o bedbahta ki, ona isyan ve muhalefet eyleye. Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetIere!..."

Kus b. Saide'nin söylevi, bundan sonra da, neredeyse aynılarının Kur'an'da göreceğimiz Allah'ın tek tanrı olduğu ve kendine ortak kabul etmediği, doğmadığı ve doğurmadığı vb. görüşlerle devam ediyor (16). Nitekim daha sonra Muhammed'in de, bu söylevin üzerindeki etkisini "hatırımdan çıkmaz" diye belirttiğini görüyoruz.



Yine bu sırada içlerinde Muhammed'in manevi kayınpederi durumundaki (Hatice'nin amcası) Varaka b. Nevfel'in de olduğu Mekke'nin bazı saygın insanlarının puta tapınmadan tümüyle vazgeçtikleri ve tek tanrıcı dinin kutsal kitapları, Tevrat ve lncil'i okuyup tartışarak kendilerine yeni bir din aradıklannı görüyoruz. Muhammed bu tek tanrıcı organik ilişkiler içinde ve Mekke'nin ayrıcalıklı insanlarından biridir.



Bunlar "ahirete inanan, Allah'ı bir bilen, hatta namaz kılan Ve kendilerini İbrahim Peygamber'in dininden sayan, Hanif adını benimseyen" (17) bir topluluk oluşturuyorlardı. Tabii "İbrahim'in Dini" denilen şey somut olarak olmadığından dinsel bir arayış sürdürüyorlardı. Yani Muhammed'in peygamberliğini ilan etmesi öncesinde Mekke 'de sadece bir dinsel boşluk değil, aynı zamanda bu boşluğu gidermeye yönelik ciddi ideolojik ve örgütsel arayış ve hazırlıklar sözkonusuydu; ki Muhammed'in peygamberliği bu somut gelişmenin bir ifadesi olarak ortaya çıkıyordu.

Bu dinseloluşum daha sonra Islamiyet'te de rafine bir halde yineleneceği gibi, Arapların pekçok geleneğini de beraberinde taşıyordu. Kabe'nin kutsallığı, hac, kutsal üç aylar, kurban kesme, ölüleri gömme, vb.. Hanifler'den olan ünlü şair Ebu 's-Salt oğlu Ümmeye, daha sonra Kur'an'da yinelenecek olan öldükten sonra gene dirilme üzerine, Muhammed'ten çok önce şunları yazmaktadır:

"Ey kalbim, kötülükleri bırak, kör olma, yolunu şaşırma, ölümü ve öldükten sonra dirilmeyi hatırından çıkarma. Gelip geçmiş zamanın aldattığı kişilerden olma, çünkü sen, üzerinde yaşayan kişileri aldatmakta olan bir dünyadasın..." Neşet Çağatay'ın da belirttiği gibi Ebu's-Salt oğlu Ümmeye, "Kur'an'ın 64. suresinde kıyamet günü hakkında kullanılan 'Yevm üt- Tekabun' ibaresini Peygamber'den önce ilk kullanan kişidir"(18).

Yine Ibn-i Ishak'ın aktarmasıyla, bu Hanifler'in öncülerinin; "Çevresinde dönüp durduğunuz bu taş parçası nedir? O ne duyar ne de bir kimseye faydası ya da zararı dokunur"(19) şeklindeki ifadeleri de, daha sonra Kur'an 'da, Ibrahim' e ve diğer peygamberlere atfedilen sözler olarak duyacağız.

Özetle Kur'an; Kus b. Saide'nin, Varaka b. Nevfel'in, Ebu's-Salt b. Ümmeye'nin, Cahş b. Ubeydullah'ın, Osman b. Huveyris'in, Zeyd b. Amr'ın, ve diğerlerinin önceden, puta tapınmacılığa karşı Arap gelenekleri ve tektanrıcı dinlerden vardığı sentezlerin doğrudan Allah adına sahiplenilip yeniden ifadelendirilmesinden ibarettir. Kur'an' ın, o dönem Mekke'si aydınlarınca zaten varılmış olan fikirlerden öte bir fikir getirmemiş olması bile, onun insanüstü bir gücün ürünü değil Muhammed'in ürünü olduğunu gösterir.


Her şey bir yana, İslamiyet'in, Muhammed'in bu dini oluşturup ifade edecek bir bilinçsel olgunluk düzeyine ulaşmasından önce söz konusu olmadığı gerçeği bile, onun tanrısal değil, Muhammed'in bilincinin ürünü olduğunun açık kanıtıdır. Tanrısal bir düşüncenin Muhammed'in 40 yaşını beklemesinin gereği yoktur; Nitekim Kur'an söylence içinde, İncil ise İsa'ya daha beşikteyken verilmiştir.Neden İsa'ya verildiği gibi verilmemiştir de İncil'den farklı öğreti getirmiştir.



Gal.1: 6-8 Sizi Mesih'in lütfuyla çağıranı bırakıp değişik bir müjdeye böylesine çarçabuk dönmenize şaşıyorum.Gerçekte başka bir müjde yoktur. Ancak aklınızı karıştırıp Mesih'in Müjdesi'ni çarpıtmak isteyenler vardır.İster biz, ister gökten bir melek size bildirdiğimize ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona!

Kaynaklar
(1)Sahih-i Buhari c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.
(2)Taberi, Cami'ul-Beyan, 14/119.
(3)A.g.e.
(4)A.g.e.
(5)Taberi, 14/119.
(6)F.Razi, tefsir, 24/50.
(7)Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Meğazi/74; Tecrid, hadis no:1362; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.
(8)Ebu'l-Feyz Muhammed, Lukatu'l-Lai'l-Mütenasire Fi Ahadisi'l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10.
(9)Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras'ın izahı.
(10)Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477
(11)Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.
(12)Suyuti, el Itkan Fi Ulumi'l-Kur'an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185.
(13)Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta'lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254.
(14)Hz. Muhammed'in Hayatı, A.H. Berki - O. Keskioğlu,s. 36.
(15)İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/62; Kastalani, el-Mevahib, 1/101.
(16)Türkçe'ye çeviren Cevdet Paşa'dan aktaran; H. Berki- O.Keskioğlu, a.g.e., s. 46.
(17)A. Gökpınarlı, Islam Tarihi, s.9.
(18)İslam Tarihi, s.90.
(20)N. Çağatay, Islam Tarihi, s.112.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Facebook Reklam

Blogger Template by Clairvo